“EFENDİM, ANNEMİN RESMİ NEDEN CÜZDANINIZDA?

"Biliyor musun," dedi yavaşça, "tek başına bir kız çocuğu büyütmek nasıl bir şey, babasının bu şehrin bütün bloklarını satın alabileceğini ve yine de bir kez olsun aramayacağını bilmek?"

 

Yüzü buruştu. "Evet. Çünkü artık onu tanıyorum. Ve neleri kaçırdığımı da biliyorum."

 

Angela gözyaşlarını tutarak hızla gözlerini kırpıştırdı. Jasmine sessizce oturdu ve aralarındaki fırtınanın geçmesine izin verdi.

 

 

Richard küçük bir kutu çıkardı ve yavaşça masanın üzerine koydu.

 

Angela ona baktı. "Bu ne?"

 

"Mektubu buldum," dedi. "Hiç göndermediğim mektubu. Yıllarca sakladım. Senin almanı istedim."

 

Bir an tereddüt etti, sonra yavaşça açtı. Kağıt sararmış, mürekkebi solmuştu ama kelimeler taze ve tazeydi.

 

Seni seviyorum. Korkuyorum. Ama bizi seviyorum. Sadece onlarla nasıl savaşacağımı bilmiyorum.

 

Angela'nın eli titriyordu.

 

"Sen bir korkaksın," diye fısıldadı.

 

"Öyleydim" dedi.

 

"Ama Jasmine, geçmişe hapsolmuş iki kırık insandan daha fazlasını hak ediyor."

 

İkisine de baktı. "Yani, ne olursa olsun bu ailenin bir parçası olabilmemin bir yolu varsa, buradayım."

 

Bir yıl sonra.

 

Jasmine, Richard'ın hemşirelik okuluna yakın bulmasına yardım ettiği rahat bir yer olan yeni dairesinin verandasında oturuyordu. Annesinin gücünü ve babasının sorumluluğunu anlamlı bir şeye dönüştürmeye kararlı bir şekilde çok çalışıyordu.

 

Angela iki fincan çayla ona katıldı. "İyi gidiyorsun tatlım."

 

Yasemin gülümsedi. "Sayende."

 

Kapı çalındı.

 

Şehrin sanat müzesine üç bileti olan Richard'dı.

 

"Hayatımdaki en önemli iki kadının güzel bir şey görmek isteyeceğini düşündüm" dedi.

 

Angela kaşını kaldırdı. "Puan mı kazanmaya çalışıyorsun?"

 

Kıkırdadı. "Hayır. Sadece zaman."

 

Önce Jasmine'e, sonra tekrar ona baktı.

 

"Pekala," dedi çantasını alırken, "geç kaldın. Hadi gidelim."

 

Ve böylece geçmiş yok olmadı, daha yumuşak bir şeye dönüştü.

 

Tamamlanmış bir şey.