Kan ter içinde geçen uzun bir dönemin ardından
Hazırlıklar başladı. Hayalindeki beyaz elbise, ince ince işlenmiş anılar… Aynı zamanda aynada hâlâ o çıplak, saçsız başını görüyordu. Güvensizliği büyüyor, düğün günü yaklaştıkça iğne ipliğe takılıyordu. Kardeşlerinden bazıları onun kanserle savaştığını biliyordu; ama gelinin görünüşünü tam olarak bilmiyorlardı. O yüzden peruk—güven kompleksi kadar önemliydi.
Ve gün o gün gelmişti. Göreceli olarak huzurlu bir kilise, ışık huzmeleri ve kuş tüyü gibi konuşmalar. Her şey kusursuz gibiydi… ta ki kayınvalidesi sessizce yanına gelene kadar. Onun bakışları soğuk, kalbi taş kesilmiş gibiydi. Gözlerdeki soğuk kaval çalarcasına ritimle peruk yırtıldı; salon buz kesti.
“Bakın! O kel! Demiştim ya, inanmadınız!” diye kahkaha attı, sesi yankılandı kilisede. Bazıları güldü, bazıları donup kaldı, bazıları da öfkeyle başını çevirdi. Geline utanç ve kırılma çöktü; elleri başında, gözleri saydam bir hüzünle yandı. Gelin—gözlerinde alevlenmiş bir acıyla dimdik durdu. Yanındaki damat, titreyen bir elini uzattı ama daha fazlası geldi o anda…